38. BÖLÜM
17. ŞİDDETLİ VURUŞLAR & ŞEFKATLİ DOKUNUŞLAR.
Seviyorum, dedim. Çok seviyorum.
Normalde bunu söyleyen birisine emin misin, diye sorulmaz, seni seviyorum, diye karşılık verilir. Ama Deren sordu. Emin misin, diye sordu. Dedim ki, eminim, seni çok seviyorum, hep seveceğim.
Kandırdım, incittim, yaraladım ama... sevdim de.
Amadan önceki her şeyi silemez miyim Deren?
Galiba onu sevdiğimi hiç sesli bile düşünmedim, sevgi ve türev kelimelerini cümle içinde geçirmeye de pek alışık değildim. Söylediğimden beri şaşkın bir hal vardı üzerimde, sabahın o ışıkları değil de onu sevdiğimi söylememden sonra Deren'in gözlerindeki ışıklar günümü aydınlatmış gibi hissediyordum.
Onu sevdiğim kadar âşığım da ona.
Eve, Karina'nın yanına döndüğümüzden beri Deren iki metre kadar ilerideki koltukta oturmuş beni izliyor, ben de kızımı izliyordum. Hâlâ çok erkendi, kimse uyanmamıştı. Deren’le haftalar sonra ilk kez sakin ve sessizdik, birbirimizi incitmiyorduk. O beni, ben kızımı izliyordum.
Deren'in koltuğa daha rahat şekilde yerleştiğini çıkan seslerden anladım ve omzumun üzerinden ona döndüm. Dirseğini koltuğun kenarına, elini de çenesine koymuştu. Gün ışığı kara gözlerinde ateş yanıyormuş gibi bir görüntü oluşturmuştu. Başparmağı düşünceli şekilde altdudağının üzerinde gezinirken, "Gel buraya," diye fısıldadı.
"Nereye?" dedim bildiğim halde.
"Kucağıma."
Kucağına doğru baktım. "Sıcaktır orası şimdi, kalsın."
İki yana ayırdığı bacaklarına doğru bakıp omuz silktiğimde, Deren'in gözlerinde hafif bir eğlence parıltısı göründü. Dudağının kenarı kalkıktı. Aynı sakin fısıltıyla, "Kucağıma gel," dediğinde, yeniden omuz silktim. "İstiyorsan gelip al."
Koltuk kenarlarını kavrayarak doğrulunca gerçekten de geleceğini anladım. Odanın içinde tekinsiz adımlarla bana yaklaşıp boştaki elimden tuttu ve sertçe kaldırıp gözlerime bakarak koltuğa götürdü. Tekrar aynı pozisyonunu alıp beni kavradığı belim sayesinde dizine yerleştirince yüzüm ondan biraz yukarıda kaldı ve saçlarım yanağına çarptı. Elinin içini yanağıma koyarak saçlarımı kulağımın arkasına götürürken, "Bir daha söyle," dedi.
Ah, dördüncü kez bunu yapıyordu. Bahçeden eve çıkana kadar iki kez tekrar söyletmişti, evde de bir kez. Gözlerindeki hevesi gördüğüm için itiraz etmeden, "Seni seviyorum," dedim.
Gözlerinde aynı bakış belirdi ve başını önüne eğip yüzünü saçlarıma sürttü. Ciğerlerine bir nefes çekerken, "Emin misin?" diye de sordu.
"Eminim," dedim bir daha, usanmadan. "Seni çok seviyorum, hep seveceğim."
Gözlerini açmadan gülümseyip yüzünü saçlarıma biraz daha sürttü. Eli belimi sarmış tutuyor, nefesi yüzümde dağılıyordu. Temiz kokusu ve gömleğinin ipek kumaşı tenimi okşuyordu. "Bir daha söylesene."
"Bin kez söyledim Deren."
"Bin kez daha söyle."
"Niye, deli miyiz biz?"
"Evet, ben sana deli oluyorum. Tekrar söyle."
"Susarsam nasıl söyleyeceğim?" diyerek sorguladım.
"Susamak derken... Ben sana susadım sanırım." Tenimi okşadı.
Kızımın sessizliğine bir kalp ağrısıyla bakıp Deren'e döndüm. Kafasını koltuğun arkasına yaslamıştı. Dizinde biraz kaydım ve elimi saçlarına götürüp kısa tutamları hafifçe dağıttım. Deren her dokunuşumun tadını çıkarıyormuş gibi gözlerini kısarken, "Kalbimin atışından da mı anlamadın hiç?" diye sordum.
Kolum önünde olduğu için yüzü bileğime yakındı, bu yüzden dudaklarını bileğimin içine sürtüp öpmesi kolay oldu. "Kalp, birçok farklı sebepten hızlanabilir."
"Benim kalbimi yalnız sen ve kızım hızlandırıyorsunuz."
Karina'ya doğru şefkatle baktı.
"Seni uyurken izledim, o zamanda mı anlamadın?" diye sordum bu kez.
"Uyuyorsam beni izlediğini görmemişimdir."
Doğruydu, bir küçük mantık hatası yapmıştım. "Seninle seviştim," dedim bu kez. "O zaman da mı anlamadın?"
"Anladım," dedi buna, sessizce. "Ama sonra yanlış anladığımı sandım."
Doğru, gerçeklerin ortaya çıkışıyla beraber yaşanılan her şey bir kandırmaca olarak görünmüştü. "Ama bence inkâr ederken bile içten içe seni sevdiğimi biliyordun."
"İçimde çok fazla sevgi ve nefret vardı, senin sevgini görebilecek durumda değildim, işaretler bırakmış olsan da."
Cümle içinde nefret geçince, "Beni hâlâ affetmedin değil mi?" diye sordum.
Bu zaten affı olmayacak bir şeydi ama yine de soruyordum. Cevabın değişmiş olmasını mı umuyordum, bilmiyordum. Affedilmediğimi görmemem için gözlerini yumup, "Nil'i düşünüyorum," dedi. "Senin onu kaçırdığının farkında değil. Fakat o bilinçte olsa onu kaçıran kadınla aramdaki ilişki için ne derdi, merak ediyorum. Kızımın hayal kırıklığı olmak istemiyorum."
"Kaymen'i çok seviyorum, arkandayım baba derdi." Konunun dehşetini yumuşatmak için çaresiz bir çabalayıştı bu esprim.
"Kaymen'i bu şekilde söylüyor değil mi? Kaymen ve Kayina diyor..." kendi kendine gülümserken boğazına bir yumru oturmuş gibi duraksadı. Sanırım benimle Nil'i konuştuğuna inanamıyordu, bu şekilde esnek konuşmaya hâlâ hazır değildi.
"Deren," dedim. Cümleye onun ismiyle başladığımda kayıtsız kalamadığını uzun süredir biliyordum. "Ben Nil için zararlı değilim, ruh sağlığını bozacak birisi değilim. Belki kafası karışacaktır ama biz açıklarsak... anlayacaktır. Onu bir süre bana bıraktığını söylersin, zaten ben de öyle söylemiştim."
Bir şey demedi, bu yüzden aynı veya benzer cümleleri tekrarlamadım. Başımı arkaya çevirip kızıma bakınca Deren de benim gibi gözlerini Karina'nın üstünde tuttu. "Doktorlar ne söyledi?"
"Sonuçları birkaç gün içinde çıkacak," dedim kendimi Deren'in göğsüne bırakıp bırakmamayı düşünürken. Başımı koyup dinlenmek istiyordum.
"Sence uyanma ihtimali var mı?"
"Sence uyanırsa yaşadıklarını hatırlar mı?" diye sordum korkarak. Uyanırsa ama uyurken daha huzurluysa?
Ağlayarak bana bakarsa... ölürdüm ben.
Ya sen neredeydin anne, derse?
Elini yüzüme, gözlerimin altına götürdüğünde ne yaptığını anlamadım ama sonra ağlayıp ağlamadığımı kontrol ettiğini fark ettim. "Hemşiremiz sensin, sen söyleyeceksin," dedi.
"Uyanacak mı, uyandığında ne hatırlayacak, nasıl hissedecek bilmiyorum." Deren'in beklediği o gözyaşı sol gözümden akınca kendime sinir olarak ofladım. "Mark bitkisel hayata girdiğini söyledi ama kastettiği beyin ölümü mü, bilmiyorum. Eğer ki beyin ölümüyse... uyanması imkânsız."
Çenemin altından tutup yüzümü çevirdi, beni inceledi ve yaklaşıp dudaklarını gözyaşımın aktığı göz altıma bastırdı. Dudakları nabız gibi hareket ediyordu. "Uyanmazsa da hep burada kalsa olmaz mı? Hep seninle olur."
Çok çaresizceydi ama yine de, "Olur mu?" diye sordum.
"Olur," dedi ne kadar çaresizce olduğunu görmezden gelerek. Gördüğü benken diğer her şeyi görmezden geliyordu. "Toprağın altında yatacağına senin yanında yatsın."
"Kızıma eziyet olur ama."
"Ben ölsem bile seninle kalmak isterdim. Kalbim dursa bile sana sarılmaya devam etmek isterdim. Ben ölünce bile senin olmak isterdim."
Acı ve mutlulukla inleyip gömleğinin yakasını çektim ve bir düğme kazayla açılınca Deren eğilip yakasına baktı. Tek kaşı kalkmıştı. Elimi, gömleğinin açılan kısmından içeriye sokup göğsüne dokunurken, "Kazayla oldu," dedim.
"Bilerek yaptın," dedi, gözlerini yarı yarıya kapatarak.
Parmak uçlarımı kalbinin üstüne koydum ve her bir atış parmaklarıma titreşim gönderirken, "Kurşun izleri hâlâ duruyor mu?" diye sordum. "Zaman zaman bacağının aksadığını görüyorum."
Abimin sıktığı kurşun izlerinden bahsettiğimi anlayınca gözlerinde açık bir sinir belirdi, Noah'a karşıydı. O gün yaşanılanları hatırlamış gibi dalıp, "Belimde izi var," dedi.
"Bakayım," diyerek gömlek düğmelerini açmaya başladım. Bir itiraz yükseltmediğinde gömleğinin düğmelerini açtım ve o gözlerimi yer yer ısıdan kızarmış göğsünde gezdirerek parmaklarımın tersiyle dokundum. Ben ne istediğini bilen bir kadındım ve onu istiyordum. Her zaman. Her an. Bana yaklaştığında, benden uzaklaştığında, kalbinde olmadığımı söylediğinde bile. Doğrusu... bunu hiç söyledi mi. Senden nefret ediyorum, dedi ama seni sevmiyorum, demedi.
Bende karşılığını bulamadığın tek duygu, nefret oldu. Ben senden hiç nefret etmedim.
"Yara bahane sana bakmak şahane diyorsun," dedi Deren, onu izleyip dokunmam karşısında.
"Sence ben sana dokunmayı istediğimi söylemeyecek bir kadın mıyım?" Göğsü parmaklarımın altında titreyince dudağımı ısırarak bir tepki verdim.
"Beni ilk öpen sendin, benimle sevişmeyi istediğini ilk söyleyen de sendin. Buradan bakılınca evet, dokunmayı istediğini söyleyecek bir kadınsın."
Bunları hatırlatınca ilk hamlelerin hepsini gerçekten kendimin yaptığını fark ettim. Gözlerim bunun üzerinde düşünürken kısıldı ve gömleği tamamen açtığımda belinin biraz üstündeki izi hemen gördüm. Parmaklarımı abimin açtığı kurşun yarasının üzerinde dolaştırırken, "İzi kalacak," diye fısıldadım. "Bedenin çok güzel, izi kalsın istemezdim."
Gözlerini parmaklarım ile yüzüm arasında dolaştırarak ensemden kavradı ve beni ağzının önüne doğru çekince dudaklarımız arasında kalp atışı kadar mesafe kaldı. "Olsun, yar güzel yaradan," dedi ve dudaklarını çeneme sıkıca bastırdı.
O beni öpüp bıraktığında, "Yar ne demek?" diye sordum.
"Sen demek."
Koltukta hafifçe dikleştiğinde dizlerinde dengemi sağlayamadım, Deren de bunu görüp pozisyonumu düzeltti ve bacaklarım iki bacağının arasından aşağıya sarkıttı. "Gerçek anlamını soruyorum Deren."
"Yanında olan, sana yarenlik eden, sevdiğin bir kimse." Avuçlarını dizlerime koyup diz kapağımı ovalayarak söylemişti bunları.
"Yarenlik ne demek?"
Sabırla açıkladı. "Derdine, sevincine, kederine ortak olup yanında olan arkadaş, sevgili, ahbap anlamına geliyor."
Yar, kelimesinin anlamı şimdi daha açıklayıcı olmuştu. Anladığımı göstermek için başımı salladım ve çenemdeki öpücük izine dokunarak yarasını incelemeye devam ettim. "O gün abim seni vurduğunda ne kadar kahrolmuştum, gitmemek için direnmiştim. O zaman da mı anlamamıştın hislerimi?"
Çenemi okşadığımı gördüğü için sanırım ki eğilip bir daha ses çıkararak öptü aynı yerden. "O günü hatırlamayı hiç sevmiyorum ama unutamıyorum da. Bana bir kızın olduğunu ve öldüğünü söylemişsin, ben nasıl o karmaşa içinde bu kız gitmek istemiyor, kesin bana âşık, diye düşünebilirim?"
Parmaklarına bir öpücük koydum ve yarasının üstüne götürüp bastırdım. "Sen harikasın ve zekisin, tabii ki yapabilirdin."
Yaptığım hareketi gözlerinin ucuyla takip ederken tek kaşını kaldırdı. "Harika olduğumu düşündüğünü bilmiyordum."
"Bazen aptal olduğunu da düşünüyorum." Biraz alay ettim onunla.
"Doğru, az aptal yerine koymadın beni," dedi hemen kızarak.
Yanaklarımı şişirdim, bu huyuna alışmalıydım sanırım. "Öyle demek istemediğimi biliyorsun Deren."
"Ayrıca ben de senin salak olduğunu düşünüyorum," dedi.
"Deren... Kafana sıkarım."
Kaşlarını çatarak saçlarımı okşarken, taban tabana zıt iki duyguyu bana aynı anda beslemesinin garip şaşkınlığını aşmaya çalıştım. Saçlarımı sevgiyle okşuyor ama kızmış gibi bakıyordu. Dikişleri alınmış yarasını elimin içiyle okşayıp, "Peki bacağındaki yara nasıl?" diye sordum.
Düşen ses tonuyla, "Pantolonumu indirip bak," dedi.
"Kızımın yanında düzgün konuş," diyerek Karina'ya döndüm. Deren’le konuşmak, kucağında olmak, ruhumun sakinliği güzeldi ama kızımın yanına dönmek istiyordum, aynı odada olmak bile yetmiyordu bana.
Deren, bunu espri minvalinde söylediğimi bildiği için huysuzluk etmeden, "O zaman koridora çıkalım, sevdiğin o kirli sözcükleri orada söyleyeyim sana," dedi.
"Ne söyleyeceksin?"
"Belki söylemem, eyleme geçerim, seni duvara yaslayıp..."
Sevdiğimi itiraf ya da inkâr etmeden, "Evet, abimler de seni görsün," dedim.
"Görsünler. Sanki korkacağım."
"Noah'ın seni gözünü kırpmadan vurduğunu unutma Deren. Ki o, silahını en az kullanan abimdir. Diğerlerinin ne yapacağını kestiremiyorum bile." Abilerimi durduran tek şey bendim. Ben olmasam Deren'i çoktan vurmuşlardı. Doğrusu... Ben olmasam Deren de burada olmazdı.
"Ben de o abini vurmasını bilirim de, sen bir daha sevdiklerini kaybetme diye..."
Bir daha...
Kaybettim, sevdiğim her şeyi. Kızımı, ailemi, sevdiğim adamı. Acaba... İlk kez mi sesli düşünüyordum onu sevdiğimi. Daha önce hiç hatırlamıyordum bunu düşüncelerime yansıttığımı. Ama kalbime yansıdı, bunu biliyordum. O, kalp birçok şey için hızlanır diyordu ama benim kalbim sadece kızım ve Deren için hızlanırdı. Öleceğimi duysam, onu gördüğümdeki kadar hızlı atmazdı kalbim.
"Sen beni kaybettiğini hiç hissettin mi?" diye sordum.
Kafamı okşayıp, "Ben daha kötüsünü, hiç benim olmadığını düşündüm," dedi.
Öyle düşündü, çünkü onu hiç sevmediğimi sandı. Sevdim ama kendimce, hissettiremedim. Çünkü öldü hislerim kızımla beraber, kalbimle beraber.
"Uyuyan Güzel masalını biliyor musun?" diye sordum ona.
"Evet," dedi. "Nil'in masal kitaplarının birinde vardı, ona okumuştum."
"Ona okuyana kadar bu masalı hiç bilmiyor muydun?" diye de sordum. O an Deren'i Nil'e masal anlatırken dinlemenin hayalini kurmaya dalmıştım bile.
Ya da... Karina'ya.
"Duymuştum ama nasıl bir masal olduğunu bilmiyordum."
Bu konuşmamız beni başka bir soruya götürdü. "Nil'in en sevdiği masal hangisi?"
"Onun en sevdiği ninniyi biliyorsun ama masalı bilmiyor musun?"
Kızımı izleyen gözlerim Deren'i bulurken bunu nasıl anladığını düşündüm. Evet, Nil'in en sevdiği ninniyi biliyordum, onu defalarca kez böyle uyutmuştum. "Evet," dedim rahatsızca. Nil'i kaçırıp üstüne ona ninniler söylediğimi babasına anlatmak gerçekten rahatsız ediciydi. "Nil bana bahsetmişti senin söylediğin ninniden. Bazı geceler ona anlatıyordum. Nil mi bahsetti... ona ninni okuduğumdan?"
"Hayır," dedi ellerini üstümden çekip. "Ben duydum. Geceleri."
Kafa karışıklığıyla gözlerimi kıstım ve ne anlama geldiğini sormak isterken aniden birkaç şey canlandı gözlerimin önünde. Geceleri kendinin duyması, o gecenin sabahında aklımla alay etmesi, Nalan'ı sayıklaması, benimle son kez sevişirken biliyor olması, uyumamı istemesi, mahkemede Nil'i kaçırdığımı açıklayamaması, bana her şeyi nasıl anladığını anlatmaması...
Doğru, ben Deren'in her şeyi nasıl anladığını bilmiyordum.
Şimdiye kadar.
Deren’le sevişip uyuyakaldığım zamanlarda ninniyi sayıklamıştım, üstelik bunun birkaç kez olduğu da açıktı. Bu şüphe tohumuyla mı hareket etmişti? Düşününce... ikinci kez seviştiğimizden sonraki hal ve hareketleri çok gergindi, huzursuzluk içindeydi.
Başımı önümden kaldırıp Deren'in gözlerine bakınca bana bakmadığını gördüm. Bana bakmadığı zamanlarda öfkesine teslim olduğunu düşünmeye başlamıştım. Çünkü karşısındaysam hep bana bakardı. Yüzüne çöken hissizliğe bakarak, "Böyle anladın," dedim. "Sadece bu kadarıyla mı Nil'in ben de olduğunu anladım."
"Türk olmayan birinin çocuğu da yoksa bu ninniyi bilmesi çok saçmaydı," dedi düz bir sesle. "Nil'in sevdiği bir ninni olması da ayrı bir sorundu zaten. Sonra bazı parçaları daha birleştirdim, bir mafya üyesi olmana rağmen Türkiye'de olma sebebin, hiçbir iş yapmıyor oluşun, gizemin, bir araya geliş sebebimiz..." açıklamaktan hoşlanmıyor gibi ofladı. "... son seviştiğimiz geceye kadar hâlâ bir acabam vardı ama o gün ninniyle beraber Nil'in adını da geçirince gerçeği görmemek aptallık olurdu."
Doğru diyordu, o günlere kadar fark etmemiş olmasını bile dehşetle karşılıyordum. Fakat kanıtları ortadan acilen kaldırmış olduğumuz ve Deren acıdan mantığını kullanamadığı için o güne kadar idare etmiştik.
"O gece neden Nalan, dedin?" diye sordum. Sonradan, cezaevine geldiğinde konuşmalarımız sırasında o an uyanık olduğunu anlamıştım. Fakat yine de Nalan'ı sayıklaması... o ne sanıyordu bilmiyordum ama yatağından da aklından da başka kadının geçmesini istemiyordum.
"Seni şaşırtmaya, yanlış yapmaya yönlendiriyordum," dedi, biraz daha aydınlanan güneş onun tenini yalıyordu o sırada. "Daha sonrasında sanrı gördüğünü de bu yüzden söyledim, işin garibi buna çok çabuk inanman."
"Çünkü defalarca kez sanrı gördüm," dedim ona. Hâlâ hastanede kaldığımı, acılarımı, acılarımı işaret eden kızımı bana unutturmak için çabaladıklarını bilmiyordu. "Kızımın hayalini defalarca gördüm. Hatta hiç unutmuyorum, bir gün gerçekten ona sarıldığımı düşünerek uyudum, kollarımı gece boyunca birisine sarılıyormuş gibi tuttum ama sonra... yalnız boşluk olduğunu anladım. Boşluğa sarıldığım yetmiyor gibi boşlukla özlem gideriyordum."
Gözlerini bana çevirdi. Bakmasını iyi biliyordu, bazen ise duygularını yansıtmamasını. Ama yansıttığında tümüyle görüyordum onu. "Artık boşluk yok, kızın burada."
Karina burada cümlesinin bana hissettirdikleriyle beraber kızıma baktım. Kızım fiilen burada, kalbi atıyor, havayı soluyordu ama muhtaç ve incinmişti. Dokunuşumun bile ona hasar vermesinden korkuyordum. Ama buradaydı ve sihir bu cümledeydi.
"Bu arada," diyerek Deren'e döndüm. "Bir daha gecenin bir yarısında uyanıp benden başka bir kadının ismini söylersen benimle geçirdiğin son gece olur. Eğer bu söylediklerime inanmıyorsan dene ve gör."
Deren, olabilir mi, der gibi yüzüme bakarak başparmağıyla altdudağını kaşıdığında söylediklerimin altını çizmek için başımı sertçe salladım. Bunun şakasını yapmadığımı anladığında da gözlerini kapatıp açtı. "Zaten senden başka hiçbir kadının karşılığı yok bende."
Tehditkâr şekilde, "Göreceğiz," dedim.
Halimde gülünecek bir şey bulmuş olmalı ki dudağını kıvırdı ve anlayayım diye hafifçe kafama vurdu.
Kolunu ittiğimde, tek kaşını kızmış gibi kaldırdı. Gerçekten kızsa hemen anlıyordum. Gülümsememi saklayamadan omzumu silktiğimde beni kendine çekiyordu ki, kollarına vurarak kucağından kalktım. Bir yandan koridoru dinleyerek ayaklarımın üzerinde dikildiğimde Deren, "Abilerinden bu kadar korkma," dedi.
"Asıl sen korksan iyi olur."
"Hassiktir oradan," dedi, sinir olarak.[SE1] [ET2]
"Kızımın yanında küfretme."
Kızımdan daha fazla uzakta kalamayıp yaklaştım, yatağın ucuna oturunca küçük elini avucuma aldım. Eğilip solgun tenine öpücükler dizdim. Damarlarındaki titreşimi görmek, kanının aktığını hissetmek her saniyemi yaşanılabilir kılıyordu. "Ya bunlar bir rüyaysa ve etrafımdaki herkes aynı rüyayı görüyorsa, ya gerçek değilsen Karina?"
"Bu bir rüya olamaz Karmen, bana seni seviyorum, dedin."
Hafif bir yumuşaklık ve güven hissettim. Kızım ve Deren aynı anda yanımda olduğunda demek böyle hissedecektim. Garip bir huzur ve sakinlikti, kişiliğimin dahi uyum sağlamakta zorlandığı duygulardı. Bana böyle hissettirebilir kızım ve sevgilim.
Deren'in ayağa kalkıp yanıma yürüdüğünü hissedince vücudumda ısı oluştu. Başımda durup benim gibi kızımı izledi. Elmacıkkemiği üstünde bir iz vardı, sabaha kadar izlerken fark etmiştim. Solgun bir izdi ama belli ki şiddet görürken... Tek bir seferde bile kafamda geçiremediğim cümledeki her şeyi kızım yaşamıştı.
Karina'nın elini örtünün içine koyduğumda Deren kolumdan tutup kaldırdı beni. Karşı karşıya gelirken çenesi başıma sürtündü. Gömleğinin düğmelerini açtığım için önü tamamen çıplaktı. Üşümüş kollarımı yaslayıp ısıtmak üzerinde düşünürken, Deren saçlarımı yüzümden çekip avucunda topladı. Enseme, omzuma düşmüş tüm tutamları bağlıyormuş gibi tepeme doğru kaldırmıştı. Kısa olduğu için çok zor toplanıyordu. Deren açılan yüzüme, boynuma, enseme doğru bakıp, "Saçlarını hiç bağlamıyorsun," dedi.
Sanki saçlarımı çok beğeniyor da...
"Kısa olduğu için o kadar yüksekte toplayamıyorum. Ancak ensemde bağlayabiliyorum."
Herkes kızının yanında uyanmaması için kısık sesleriyle konuşurdu ama ben aksine... sanki uyanırmış gibi yüksek sesimle konuşuyordum.
"Saçların çekilince yüzünün gördüğümden daha da güzel olduğunu fark ettim," dedi ve yaklaşıp dikkatle inceledi yüz hatlarımı.
Bu kadar yakından incelenince kendimi bir tür deney gibi hissederek onu göğsünden ittim. Tabii ki gerilemedi. "Cildimdeki tüm kusurları görmen rahatsız edici."
"Bırak şimdi kusurları, gözlerin çok güzel," diye serbest bir atış yaptı kalbime.
İstemsiz bir hamleyle gözlerimi kırpıştırdım. Deren heyecanla yaptığım bu harekete bir gülümseme sundu ve söyleyeceklerimi karıştırmamak için önüme eğildim. "Senin gözlerin daha güzel, ben çok seviyorum."
Saçlarımı sıkıca tuttuğu için başımı kolaylıkla arkaya doğru yatırdı ve yüzüme alçalıp nefesini kulağıma üfledi. "Benim gözlerim neredeyse siyah. Çok koyu. Koyu renklerde yansıma belli olur. Ben sana bakarken senin gördüğün benim gözlerim değil, yansıman. Güzel olan da sensin."
Söylediği gibi mi, diye düşünerek gözlerine baktım. "Senin biyoloji öğretmenin kimdi bilmiyorum ama koyu renkler ışığı emer, yansıtmaz."
"Bozmayacaksın beni," dedi, yanağını yanağıma sürterek.
Ona, haklı karşılığını vermek üzereydim ki kapıdan bir ses yükseldi ve ben aceleyle başımı çevirirken kapı açıldı. Noah'ın girdiğini gördüm ve o da başını kaldırıp bu tarafa bakınca, Deren de sol omzunun üstünden döndü. Abim, muhtemelen Nil'i görmek için girdiği odada bizi görünce kaşlarını sertçe çattı ve gözlerini aramızdaki mesafede, Deren'in saçlarımdaki elinde gezdirdi. Aramızdaki enerjiyi, tansiyonu hissettiği barizdi. Üstelik Deren'in gömleğinin önü açıktı. Kafasını iki yana salladı ve arkasını dönüp kapıdan çıkarken, "Sanırım hayal gördüm," dedi.
Abim kapıdan çıkıp kapattığında Deren keyiflenmiş gibi bana döndü. Ben ise onu omuzlarından iterek uzaklaştırdım ve aramıza mesafe eklerken kapı yeniden açıldı. Abim direkt bize bakıp İtalyan'ca küfretti. "Hayal değilmiş!"
"Abi," diyerek bir adım öne çıktım. "Deren Karina'yı görmek istemiş, baba olduğu için çocuklara karşı oldukça hassas." Uzanıp Deren'i ittim. "Gitmek üzereydi."
Deren ayaklarını yere sertçe bastırıp gitmemek için omuz silkerken, abim yeterli bulmadığı açıklamama yüz buruşturup bize yürüdü. "Ne zamandır korumaları odamıza alıyoruz? Üstelik seni bunun için uyarmıştım!"
"Bağırma..."
"Evet, kızımız uyanacak," dedi Deren, halinden memnun şekilde.
Abimle aynı anda ona baktık. Bunu ilkinde olduğu gibi ağzından mı kaçırmıştı yoksa abimi gıcık etmek için mi demişti, anlamamıştım. Fakat beni yatıştırmakta iyi rol oynamıştı. Abim Deren'in karşısına geçerken odadaki yeğenine baktı ve sonra ona, "Sesimin desibelini sana soracak değilim," dedi. "Sen kimsin böyle konuşuyorsun? Bazı koşullarda, bazı şartlarını kabul ettik diye kendini bizden biri sanmaya mı başladın? Siktirip aşağıya git!"
Abim daha kapıyı göstermeden bu sözcüklerin Deren'in gururuna darbe gibi ineceğini tahmin etmiştim. Çenesi seğirip bakışları acımasız bir hal alınca Noah'ı itip, "Onunla böyle konuşmanı istemiyorum," dedim.
Abim bu kez bana yöneldi. "Onunla istediğim gibi konuşurum. Bu adamı koruman olması şartıyla eve kabul ettik. Bu odada, bu saatte ne işi var? Salvador görse öldürür onu, bilmiyor musun?"
"Benim korumam," dedim. "İstediğim zaman istediğim yerde olur."
"Karmen," dedi Noah, sabırlı kalmak adına burnundan nefes alarak. "Bu adama güvenmiyoruz, sen de güvenmemelisin. Karina'nın odasına kadar neden geliyor? Unutma, sen onun kızını kaçırdın, onun da bunu yapmayacağı ne malum?"
Noah'ın olaylara tamamen güvenliğim açısından baktığını fark ederken Deren'in, "Lan ne diyorsun?" dediğini duydum. "Ne kaçırması? Ben öyle bir adam değilim! Karmen'e gününü göstermek için Karina'yı incitmem!"
Abim, Deren sinirden Türkçe konuştuğu için onun ne dediğini anlamazken ben yanaklarımı nefesimle şişirip ikisinin de kolundan tuttum. Aynı anda bana döndüklerinde de onları kollarından çekiştirmeye başladım. Noah, "N'apıyorsun?" derken, Deren de, "Sana ne, istediğini yapar," diyordu.
Onları, abimin aralık bıraktığı kapıdan dışarıya sertçe ittim ve ikisi de kendisini koridorda bulunca omuzlarımı dikleştirip dağılan saçlarımı düzelttim. "Kızımla beni yalnız bırakın. Defolun gidin, sizinle uğraşamam."
Parmağını kaldırarak, "Bir şey diyebilir miyim?" dedi Deren.
"Hayır!"
Noah da bir şey diyecek olduğunda içeriye girip kapıyı sertçe örttüm. Şu an kavgalarına vakit ayıramazdım. Abimin bu saatte kalkmasının sebebi muhtemelen Karina'yı görmekti ama sakinleştikten sonra gelebilirdi. Bağırmaları dindiği için rahatlamışçasına kızıma yürüyordum ki, kapı bu sefer yavaşça tıklatıldı. "En azından Karina'yı görebilir miyim?" diye fısıldadı abim. "Çok merak ediyorum, yeğenimi izlemek istiyorum."
"Karina'yı, sözümü dinleyip kavga çıkarmayanlar görebilir," dedim, bu kararı çok ani vermiştim.
"O zaman ben asla göremem," diye arka planda ofladı Deren.
Noah, ona sataştığında tekrar birbirlerine söylenmeye başladılar ama bu kez kısık sesleydi, umursamadan kızımın yanına ilerlemeye devam ettim. Rahatsız etmemek için koltuğu çekip oturdum, yanağımı koltuğun döşemesine yaslayıp kızımı seyredaldım. Anne kız, tekrar beraberdik. İkimiz de çok darbe almıştık, incinmiştik, yaralanıp ölümlerden dönmüştük ama hâlâ kalbimiz birbirimizindi.
"Sana kıyafetler almam lazım, ancak düğmeli, üzerinden kolayca çıkarılan kıyafetleri giyebilirsin. En güzel, en çiçekli giysileri alacağım sana." Gözlerimi çevirip birden kalabalık kablolara, her birinin ayrı özelliği ve gerekliliği olan cihazlara baktım. Onun için yemek yapmasını öğrendiğim kızım yalnızca burnundan, beslenme hortumuyla beslenebiliyordu.
Gözümden bir yaş akınca elimin tersini titreyen dudaklarıma yaslayıp ses çıkarmadan hıçkırdım.
"Gözlerimi senden alamıyorum, seni görebildiğim için kendimi dünyanın en şanslı insanı hissediyorum ama bu haline... uzun süre katlanamam Karina'm."
Kızımın bu dünyada olmamasından sonra kızıma sarılamamakla, dokunamamakla, kızımı dilediğimce sevememekle sınanıyordum.
Ama her şeyden güzeli, onu görebiliyordum.
Kapıdan gelen sesi duyduğumda Deren veya Noah olduğunu düşündüm ama girenin Salvador abim olduğunu gördüm. İçeriye girerken o da beni fark etti. Üzerinde siyah saten pijama takımı vardı, yeni uyandığı belliydi. Saçları dağınıktı, o nizami halinden eser yoktu. Yanıma yürürken, "Hâlâ buradasın, hiç uyumadın mı?" diye sordu.
"Uyuyamadım, sadece kızımı izledim." Abim sakin olduğuna göre Deren'i evde görmemişti.
Eğilip kafamdan öperken yüzümü avuçlamıştı. Sonra yatakta uyuyan yeğenine dönüp incelikleriyle onu izlerken, "Ben de gözümü açar açmaz Karina'yı görmek istedim," dedi. "İstersen sen git artık uyu, ben beklerim kızımın yanında."
"Uykum yok inanır mısın?" Başımı abimin karnına doğru yaslayıp beline sarıldım. "Kızımı izlerken gözlerimi kapatamıyorum."
"Carlos nerede? Hemen gitti mi?" diye sordu bu kez.
"Bugün geleceğini söyledi, birkaç saate gelir."
Saçlarımı okşamayı bırakıp Karina'ya eğildi. Benimkine benzeyen düz, omuzlarındaki saçlarını avucuyla okşayıp biraz daha alçaldı. Dudaklarını alnına koyup öperken gözlerini yummuştu. "Günaydın küçük leydim."
Abim Karina'yı biraz seyredip kahvaltıya inmemi, kendisinin burada kalacağını söyleyince tereddütle hareket ettim. Kalkıp Karina'yı, cihazları, durumunu kontrol ettim. Alnını sildim, terleyip terlemediğine baktım, yanağından yumuşacık öpüp odadan çıktım. Kendi odama geçip dün giyindiğim elbiseyi çıkardım, vücuduma ağırlık yapmayan bir başka elbise giyip yüzümü yıkadım, saçlarımı düzelttim, kurumuş dudaklarımı biraz nemlendirip odadan ayrıldım.
Kızımı bırakmaktan endişelenmiş şekilde asansörü kullandım, indim. Salona geçer geçmez de Angel'ı gördüm, hazırlanan masaya göz atıyordu. Üzerinde beyaz pantolon ile yeşil, kollarını açıkta bırakan bluzu vardı. Başımı salonun oturma tarafına çevirince de Deren'in hâlâ evde olduğunu görüp şaşırdım. Noah'ın onu çoktan çıkardığını sanıyordum. Ayakta dikilmiş, Noah'ın anlattığı birkaç şeyi dinlerken sabırla soluyordu.
"Karmen, günaydın," diyerek bana arkamdan sarılan yengemle beraber Noah ve Deren de bana doğru dönüp baktılar. Noah gülümserken Deren saçlarımdan ayaklarıma kadar beni süzdü. "Yine yemeğe inmeyeceksin sandım, neyse ki gelmişsin. Kapuçinonu koydum bile, tabağını da hazırladım. Oturup ye hadi."
Yengeme minnettar şekilde bakarken Noah, oturduğu koltuktan kalkıp buraya doğru yürümeye başladı. "Dediğim gibi," dedi Deren'e. "Enrica'ya bir daha emirde bulunma, o bizim baş korumamızdır."
Enrica bununla ilgili bir şikâyetini dile getirmiş olabilirdi, ya da Noah kendisi fark etmişti. Masadaki koltuğuma oturup yengeme teşekkür ederken Deren de Noah'ın arkasından buraya yaklaştı. "Enrica fazla alıngan sanırım. Ya da beni kıskandı."
Noah koltuğunu çekil otururken, "Seni neden kıskansın?" dedi saçma bularak.
"Daha iyi bir korumayım, maaşım onunkinin iki katı, kendi koltuğunu alacağım diye korkmuştur."
"İyi, bundan sonra Enrica'nın maaşını da seninkinin iki katı yapıyorum."
Deren'in gözleri seğirirken, Noah gömlek kollarını kıvırıp çatal ile bıçağını eline aldı. "Ayrıca, alacağın tek koltuk arabamın şoför koltuğu," dedi ve Deren'e kapıyı gösterdi. "Çık."
Fincanımı iki elimle birden kavrayıp kahvemden küçük bir yudum alırken, kirpiklerimi kaldırıp Deren'in yüzüne baktım. Noah'ın bu tavrı karşısında nasıl da sinirlenmişti, yüzünden okunuyordu. "Çıkmıyorum," dedi ve masaya bir adım daha atıp sol yanımdaki ilk sandalyeyi çekti.
"Sakın," diyen sesi duyduğumuzda aynı anda merdivenden inen Dante'ye baktık. Deren’e ve çektiği sandalyeye bakıyordu. "Orası Karina'nın."
Evet, orası Karina'nındı. Salvador böyle söylediğinden beri o koltuk boştu, kimse oturmamıştı. Masadaki ilk sol yanımda onun sandalyesi duruyordu. Deren gözlerini çevirip emin olmak için bana baktığında fincanımı dudaklarımdan çekip, "Evet, orası kızımın," dedim.
Deren tuttuğu sandalyeyi bırakıp geri çekildiğinde, Angel elinde bir tepsiyle Deren'e gülümsedi. "Benim yerime oturabilirsin. Ben kocama kahvaltı çıkaracağım, onunla yiyeceğim."
Angel'ın asla abimden ayrılamamasına gülümserken, Deren yengeme abilerime attığından daha insaflı bir bakış atarak, "Teşekkürler ama gerek yok," dedi. Masadan uzaklaştı. "Dışarıya çıkayım."
İkinci kez masaya oturmayacağını biliyordum. İlkinde inadından oturmak istemişti, bu kez gururundan oturmayacaktı. Dante abim onun yanından geçip benim tarafıma geldi ve eğilip saçlarımdan öperken, "Tam isabet," dedi ona.
"Tom isobot," diyerek abimi tekrarladı Deren, homurdanarak.
Dante benden uzaklaşıp kendi sandalyesine geçerken ona dik dik baktı ve Deren de onları boşverip bana döndü. Ben çatal bıçağımla bir peyniri keserken, Deren üzerime, başını hafifçe eğip masanın altında üst üste attığım bacaklarıma baktı. "Pek de güzel olmuşsun," dedi, Türkçe.
"Herhalde abilerimden korktuğundan Türkçe söylüyorsun," dedim, gözlerimde gördüğü eğlence parıltılarıyla.
Deren bu meydan okumamı tek kaşını kaldırarak kabul etti ve öyle mi dercesine bakarak yaklaştı. Günaydınlaşan abilerim Deren'in yanıma geldiğini görerek ona bakınca, Deren sandalyemin arkasından eğildi. Ona uyaran gözlerle baksam da durduramadım. Abilerim ellerinde çatallarla bakakalırken, Deren yüzüme doğru eğilip, "Çok güzelsin," dedi İtalyanca. "Karina'nın odasında geçirdiğimiz vakti senin odanda da geçirmek isterim."
Ona bakarken ürperdiğimi hissettim ve aynı anda masaya düşen çatalın sesini duydum. Deren, yaptıklarıyla oluşturduğu sessizlikten memnun olmuş şekilde doğrulup ceketinin yakasını düzeltirken, göz ucuyla abilerime baktım. Noah benzeri bir sahneye dün tanık olduğu için daha az şaşkınken, Dante'nin sol gözü seğiriyordu. Noah'a dönüp, "Sen mi vurursun ben mi?" diye sordu.
"İkimiz de."
Deren, onları hiç umursamadan sokak kapısına ilerlerken, Dante, "Silahım yukarıda," dedi Noah'a.
"Benimki de koltukta kaldı."
Sara masaya yeni bir tabak getirirken Deren kapıyı açtı ve Dante, Sara'nın getirdiği tabağı onun arkasından salladı. Tabak, Deren'in kapattığı kapıya çarpıp parçalanınca Sara irkilip geriye çıktı ve Noah, Dante'ye dönüp gözlerini devirdi. "N'apıyorsun abi? Tabakla mı korkutacaksın?"
"Arkamızdan bir şey yapmadılar demesinler." Dante daha sakin şekilde sandalyesine yerleşip arkasını dönen Sara'ya baktı. "Sen toplama, kapının önündeki korumalardan birisine söyle."
Sara bir an omzunun üzerinden dönüp abime baktıktan sonra başını sallayıp mutfağa ilerledi. Gerginlik büyümediği için rahatlamış şekilde önüme dönerken Noah'ın üzerime dikkat kesildiğini gördüm. Deren’le aramızdaki duygusal ilişkiden haberdar olduğu ve üstelik bu sabah bir şeylere tanıklık ettiği için olacaklardan endişe duyduğu açıktı.
"Bu adam Karina'nın odasında mıydı?" diye sordu Dante, gözlerinde bununla ilgili bir bağlantı kuramadığı okunuyordu.
"Evet," dedim sıkılarak. Ekmek dilimlerinden bir tane alıp üzerine labne sürdüm. "Karina'yı görmek istedi, gösterdim. Büyütülecek bir şey yok. Hadi, kahvaltımızı edelim."
İlgiyi üzerimden dağıtmak için önüme eğilip hızlıca tabağımdakileri yedim. Bu sırada Sara korumalardan birisini çağırdı ve kapının önündeki parçalar temizlendi. O sırada merak ediyordum Deren'in hâlâ orada olup olmadığını.
Fincan kahvem ve tabağımın yarısı bitince daha fazla burada kalmak istemedim. Direkt ayrılıp asansöre bindim, odamın olduğu kata çıktım. Odama girdiğim gibi dolabıma yürüdüm, kasayı açıp içine haftalar önce koyduğum kurdeleyi aldım. Karina'mın beyaz kurdelesini elimde tutarak hevesle yandaki odaya doğru koştum.
Kapıyı açmak üzereyken içeriden abim ile yengemin sesini duydum. Biraz hararetli konuştuklarını fark ettim ve birkaç cümle yakaladım. Yengem üzülmüşçesine bir sesle, "Lütfen tekrar deneyelim," diyordu. "Baksana Karina ne kadar güzel, onun gibi bir çocuğumuz olsa..."
Onları dinlemek istemedim fakat Angel'ın söyledikleri yüzünden kapıyı açıp giremedim. O sırada abim, "Hayır," diyordu net şekilde. "Denedik, olmadı. Boşuna yıpranmanı istemiyorum."
Neyi denediklerini düşünmeye başladığımda, Angel'ın sitem eder şekilde karşılık verdiğini duydum. "Doktor imkânsız olmadığını söylemişti, küçük de olsa bir şansımız var."
"Angel," derken abimin sesi, sabrının son saniyelerinde gibiydi. "Bu konuyu kapatmıştık, akışına bırakmıştık. Birdenbire n'oldu sevgilim?"
Angel biraz sessiz kaldıktan sonra, "Karina'yı," diye fısıldadı. "Karina'yı gördükten sonra... bir çocuğumuz olsa ona benzeyeceğini düşündüm. Ve bunun hayalini kurmak bile mutlu etti beni."
"Kurma," dedi Salvador, kızdığı ses tonundan anlaşılıyordu. "Zaten böylesi daha iyi! Çocuklarımızın, düşmanlarımız tarafından doğrudan hedef alındığını yaşayarak öğrendik. Bir çocuğumuz olmaması daha iyi."
Bilmiyordum. Böyle olduğunu hiç bilmiyordum. Abim ve yengem evliliklerinin altıncı senesindeydi ve elbette bir çocuk beklentisi oluşmuştu ama olamadığını hiç düşünmemiştim. Belki benim olmadığım senelerde bunlar konuşulmuştu ama ben ilk kez duyuyordum.
Çocukları olmuyordu.
Bir anne olduğum için Angel ile daha başka bir yakınlık kurdum ve özeline daha fazla girmeden kapıyı açtım. Abim ve yengem konuşmalarının ortasında bana döndüklerinde ifadesiz görünerek yatağa ilerledim. Salvador abim kollarını göğsünde kavuşturmuş, başını kırgınca önüne eğmiş yengeme dik dik bakıp bana döndü. "Bir şeyler yedin mi?"
"Evet, evet." Kızımın yanına oturup yüzüne bakınca aklımdaki her şeyi uçup gitti. "Siz inebilirsiniz, ben Karina'nın yanındayım."
"Ben kalacağım," dedi Angel.
"Hayır, geliyorsun," dedi abim ve yengemi oturduğu koltuktan kaldırdı, elinden tutup odadan kendisiyle çıkardı. "Bana küsmeyeceksin."
"Küstüm bile kocam."
Kapıyı arkalarından kapatmalarına minnettar olarak aşkıma döndüm. Karina'nın küçük elini çarşafın içinden çıkarınca da sıcaklığını hissettim. Birisi elini uzun süre tutmuş gibiydi. Kurdelesini onun ince bileğine yumuşakça sarıp gevşek bir düğümle bağladım. "Bunu senin saçlarına takmayı kaç kez hayal ettim, duysan inanmasın." Güldüm. "Doğrusu söylesem anlamazsın, o kadar büyük bir sayıyı bilmiyorsun."
Kurdeleden, bileğinin içinden öptüm.
Makineleri, kızımı tekrar kontrol ederken malikânenin arazilerinden yükselen sesi duydum. Bir araba sesiydi. Kızımdan uzaklaşmak istemesem de onun güvenliğine bir tehdit olabileceği için cama ilerleyip kimin geldiğine baktım. Korumalar içeriye aldığına göre tanıdık birisiydi ama arabayı hatırlayamamıştım.
O sırada kapı tıklatıldı ve Sara, "Efendim, Avukat Emma Hanım geldi, Salvador Bey sizi de çağırıyor," dedi.
Emma'yı tanıyordum, aile avukatlarımızdan birisiydi. Gelme sebebini öğrenmek için aşağıya inerken odanın kapısını kilitledim. Asansörden indim ve Emma'nın içeriye girdiğini gördüm. Açık kahverengi saçları rüzgârda uçuşurken, elinde bir evrak dosyası tutarak giriyordu. Onu, Dante kapıda karşılayıp el sıkışırken, "Hoş geldin, yeni haberlerin nedir?" diye sordu.
Emma davet edildiği salona geçerken, "Hakkınızda yakalanma kararı çıkmaması için uğraşıyorum," dedi ve kafasını çevirip beni gördüğünde duraksadı. Seneler sonra ilk karşılaşmamızdı. Beni baştan aşağıya süzerken, "Eve dönmüşsün," dedi. "Hoş geldin."
Yaklaşıp elimi uzattım ve el sıkışırken, "Ben ev sahibiyim, sen hoş geldin," dedim.
Hafifçe gülümseyip elimi bıraktı ve yanımdan geçerken Dante ona eşlik etti. Onları takip ediyordum ki kapı aralığından kafasını uzatan Deren'i görüp gözlerimi büyüttüm. Abilerimle yeniden kavga mı etmek istiyordu? Derhal yanına yürüyüp onu kapı aralığından itmeye çalışırken, "N'apıyorsun be?" dedim.
"Susadım kızım ya, bir bardak su isteyecektim."
Kapıyı, girmesi için açtım ve onunla mutfağa ilerledim. Abilerim, Emma ile konuşmaya başlamıştı bile. Mutfağa girdiğimizde Sara'nın içeriyi izlediğini gördüm ve o da fark edince hızla arkasını döndü, tezgâha ilerledi. "Bir şey mi istemiştiniz efendim?"
Geniş, orta tezgâhtaki cam sürahiden bardağa su koydum ve Deren'e uzatırken, "İşine bakabilirsin Sara'cığım," dedim.
Deren elimden su içip gözlerini yüzümde tuttu ve bardağı indirirken, "Avukat neden gelmiş?" diye sordu.
Pardon?
"Avukat olduğunu nereden öğrendin?"
Bir yudum daha su aldı. Sakin sakin, vakit doldurarak içiyordu. "Kendisi söyledi, bahçede tanıştık."
Gözlerimi kapatıp açtım. "Pardon? Neden? Arabasından buraya gelene kadar ne ara tanıştınız?"
"Arabasını ben açtım, teşekkür etti," dedi ciddiyetle. "Beni daha önce bu evde hiç görmediği için tanışmak istedi."
Burnumdan derin bir nefes alıp tezgâhın kenarını sertçe kavradım. "Tanışmasaydın Deren, tanışmasaydın."
Su bardağını bırakıp elinin tersiyle dudaklarını sildi ve avuçlarını tezgâha yayıp bana doğru eğildi. "Tanışmasa mıydım?"
"Bir de soruyor musun!"
Kaşlarını kaldırıp yüzümü inceledi. "Sen bir gerildin sanki?"
"Ben hep gerginim," dedim.
Aramızdaki tezgâha rağmen uzanıp elimi tuttu, hafifçe ovuşturunca birbirimize temas eden parmaklarımız yüzünden ısındım. "Gevşeteyim mi?"
Hemen burada, beni tezgâha yaslayıp gevşetmesine hazırdım fakat kafam karıştığı için çok huzursuzdum. Elini sertçe itip, "Sen benim korumamsın," dedim. "Neden o kadının aracını açıyorsun, kendi eli var, kapısını açıp çıkabilir."
Omuz silkti. "Yalnızca nazik olmaya çalışıyordum."
"Seni nazikçe öldürürüm," dedim tezgâha bakıp bıçak arayarak.
Deren ne aradığımı anlamaya çalışıyormuş gibi benimle tezgâha bakarken, "Allah Allah," dedi. "Sinirlendin de sanki? N'oldu?"
"Başka, başka ne konuştunuz?" diye sordum.
"Evli olup olmadığımı sordu," dedi ciddiyetle.
"Ne alaka be? Konuyu ne ara o kadar ilerlettiniz?" diye sordum hayretle. "Ben bile hayatında biri olup olmadığını kaçıncı görüşümüzde sormuşumdur!"
Duraksadı. "Hiç sormadın."
"Konumuz bu değil," dedim ve kızardığını anladığım boynumu kaşıyıp sakinleşmek adına birkaç nefes aldım. "Başka kadınlarla olan sınırların hakkında konuşacağız. Şimdi... Emma ile bir daha karşı karşıya gelip konuşma, ayrılırken de arabasının kapısını açayım falan deme."
"Adı Emma mı?"
Ne? Duraksadım. "Adını bilmiyor musun? Hani tanışmıştınız?"
Deren bir an ağzını açtı, sonra konuşamadan kapattı. Hayret dolu bir ses çıkarıp, "Kurnaz herif," dedim, fakat rahatlamıştım. "Tanıştığın falan yok, beni kandırıyordun."
Deren elini tezgâha vurup kendisine sıkı bir küfür savurduktan sonra pes edip başını salladı. "Kızım niye aracının kapısını açayım ya, sen de inanıyorsun hemen! Bana ne kapısından?"
Kalbimdeki hafiflemeyle beraber tezgâh arkasından çıktım. "Avukat olduğunu nasıl öğrendin peki?"
"Beni ilk kez gördüğü kısmı gerçekti, yanımdan geçerken beni biraz lafa tuttu hepsi o."
Ah, bazılarını uydurmuş olsa da konuştukları doğruydu demek. Emma keskin gözlü, dikkatli bir kadındı. Merak etmiş olabilirdi ama yine de muhabbet kurmalarına gerek yoktu. Sonuçta Deren benim korumamdı, Emma bu eve birkaç haftada bir ziyarete gelirdi.
"İyi," dedim yürüyüp önünden geçerken. "Ben içeriye gidiyorum, sen de kimseye görünmeden dışarıya çık."
Arkamı döner dönmez peşime düştü, hemen arkamdan yaklaşıp kulağıma eğildi. "Kimse derken Emma'ya mı görünmeyeyim?"
"Adını söyleme, beni deli ediyorsun!" Dirseğimi karnına çarparak mutfaktan çıktım ve arkamda homurtusunu bırakarak salona geçtim.
Emma, abilerimle konuşuyordu. Salonun girişinde durup kollarımı göğsümde bağlarken konuşmalarını dinledim. Emma, abilerimin üstündeki suçlamalardan, haklarında açılan soruşturmalardan bahsediyordu. Elbette mafya olduğumuz için hakkımızda doğru ve yanlış çok fazla spekülasyon mevcuttu, Emma ise bu suçlama ve davalarla bizim için ilgileniyordu. Profesyonel birisiydi, uzun senelerdir çalışıyorduk. Otuz beş yaşındaydı fakat hiç göstermiyordu.
Salvador abim iş hakkında söyleyecekleri bittikten sonra başını bana doğru çevirip Emma'ya çenesiyle beni işaret etti. "Türkiye'deki şu davadan bahsetmiştim sana. Karmen hakkında yakalama ve arama kararı var. Herhangi bir İtalyan polisi tarafından görülse sorun çıkar mı?"
Emma beni süzüp ardından omzumun üstünden arkaya yoğunlaşınca Deren'in hâlâ orada olduğunu anladım. Gördüklerini memnuniyetle karşılayıp tekrar bana yoğunlaştırdı gözlerini. "Polisler kimlik kontrolü yaparsa arama kararını görüp karakola çekerler ama Türk polisleriyle irtibat kurana kadar ben Karmen'i çıkarmanın yollarını bulurum."
"Sen şimdiden o durumda nasıl bir savunma yapacağını düşün," dedi Dante ona.
"Emma, sen gelmişsin," diyen yengemi duydum, merdivenlerden iniyordu. Salona geçerken gözlerini kadına kilitlemişti. Onunla çok samimi olmayan şekilde el sıkışıp Salvador'un yanına ilerledi, koltuğun başlığına oturup kolunu abimin omzuna attı. "Ne konuşuyordunuz?"
Abim elini onun dizkapağına koydu. "Karmen'in aranıyor olmasıyla ilgili konuştuk ve işlerle alakalı birkaç şey."
"Aaa Karmen aranıyor mu?" dedi yengem, sanki yaptıklarımdan haberi yokmuş gibi.
"Aranıyor ya yenge," dedi Noah ona, gözlerini devirerek ve aynı anda kadife döşemeli koltuk minderi Salvador tarafından kafasına uçtu. "Karıma yüz buruşturup göz devirme, saygıyla cevap ver."
Naoh, koltuk minderini köşede, ayakta dikilen Dante'ye fırlattı ve o da bana doğru fırlattı. Havada yakalayıp minderi koltuğa attım ve o sırada Emma büyük abime döndü. "Başka bir şey yoksa ben kalkayım Salvador, ofisimde başka görüşmelerim var."
Abim eliyle ona kapıyı gösterdi ve ekledi. "Kalkabilirsin. Rica ediyorum şu hakkımızdaki soruşturmaları kapat, evimize polis gelmesini istemiyorum."
"Sizlerin üstünde sayısız suçlama var."
"Oldukça da masumuz aslında," dedi Dante.
Emma ona kibarca gülümseyip cümlesine devam etti. "Fakat elimden geldiğince dosyaları kapatacağım."
"Mersi," dedi Salvador.
Angel, abime sıkıca sarılıp Emma'yı huzursuzca süzdü ve kadın çantasını tutarak salondan çıkarken yanımdan geçti. Bana da mesafeli ve kibarca gülümsediğinde, başımı eğerek karşılık verdim. Gidişini izlemek için kapıya dönünce Deren'i bana bakıyorken buldum. Elleri kumaş pantolonunun cebindeydi. Bana göz kırpıyordu.
"Bu arada tekrardan memnun oldum," dedi Emma, Deren'in yanından geçerken. Gözlerimi kısıp ne diyeceğini bekledim. Elindeki kartı uzattı. "İhtiyacınız olursa ulaşabilirsiniz."
"Bir avukatım var," dedi Deren, kibarca reddedip.
Emma tebessüm edip, "Peki," dedi. "Sonra pişman olmazsın umarım."
Arkasını dönüp Sara'nın kendisi için açtığı kapıdan çıkarken Sara'ya teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Kadın benim için gözden kaybolduğunda Deren'e dönüp memnuniyetle süzdüm. "Emma bir daha geldiğinde ortalıklarda görünme."
Birkaç saniye yüzüme baktı. "Peki."
Teslimiyeti karşısında ürperdiğimi söylemek doğru ama eksik bir tanım olurdu. Öfkesine yenilip teslim olduğunda ne kadar korkutucu oluyorsa, aşkına yenilip teslim olduğunda da o kadar ürpertici, inanılmaz oluyordu.
"Artık vakti geldi." Dante'nin sesini yakınımdan duyunca Deren’le olan yoğun bakışmamız bölündü ve ikimiz de yanımıza gelen abime baktık. O ise açık bir sırıtmayla Deren'e bakıyordu. "Şu koşulu yerine getirelim, dövüşelim."
Deren cevap vermeden, "Abi," diye seslendim. "Kocaman adamlarsınız, size hiçbir faydası olmayan bu şeyi gerçekten yapacak mısınız?"
Dante üzerindeki gömleğin kollarını kıvırmaya başlamıştı bile. "Benim için endişelenmene gerek yok kardeşim."
Abi...
"Bana bir şey olmasından endişe duyuyor," dedi Deren ve uzanıp üzerindeki ceketi çıkardı, yanıma kadar yürüyerek bana verdi. "Ama senin için endişelenmeli, çünkü bayağı hırpalanacaksın."
"Neyden bahsediyorlar?" dedi Noah, arkadan.
"Aptallar işte," demekle yetindi Salvador abim ve dönüp yengemi kucağına çekti, onun asılı yüzünden öperken birkaç şey fısıldadı.
O sırada, "Her şey serbest mi?" diyerek dövüşün kurallarını koyuyordu Dante.
"Yüzüme çalışamazsın," dedi Deren, direkt. "Yüz hariç. Kızımın görmesini istemiyorum."
"Aptallık etme," diyerek bu kez onu vazgeçirmeye çalıştım. "Eve gideceksin, Nil'i üzeceğini bilerek nasıl kavga edersin?"
"Dayak yiyen ben olmayacağıma göre sorun yok."
Dante, onu ciddiye almadan dışarıyı gösterdi. "Çıkalım."
Deren geri çekilip ona yolu gösterdi. "Aptallar önden," dedi Türkçe ama muhtemelen Dante kötü bir şey dediğini düşünmeden sokak kapısına ilerledi.
Kafamı iki yana sallayıp ellerimi iki yana açtım. Bu kadar mantıksız bir dövüşe giriştiklerine inanamıyordum. Birinin gururunu yerden toplamaya hazır değildim. Üstelik kızımın yanına da dönmek istiyordum fakat bunu da kaçıramazdım. Noah da yanımdan geçip sokak kapısından çıktığında, huzursuzca arkasından ilerledim. Malikânenin merdiven basamaklarında dikilip onlara baktım.
Karina'yı bulmuştuk. Mutluluktan birbirlerine sarılmaları gerekirken olanlara bakın.
Ben de onlar gibi bunun eğlencesini çıkarmaya karar verdim, zaten kızma kavuştuğum için hâlâ içimde mutluluk vardı. Kollarımı göğsümde kavuşturup Deren'in ceketini göğsüme bastırırken bahçede karşılıklı duran ikiliye baktım. Deren de bir an gömleğini kıvıracak gibi uzandı fakat sonra her nedense vazgeçti, ellerini iki yana açtı. "Kazananı nasıl seçeceğiz?"
"Noah hakem olsun," diye önerdi Dante. "Beş dakika dövüşeceğiz, bu sırada bizi izler. En çok darbeyi alan kaybeder."
Deren önce bana, sonra yanımdaki Noah'a baktı. Gülümsedim, bunu çok seviyordum.
Başını benim olduğum taraftaki bir şeye çevirdiğinde baktığı ilk ben oluyordum, bakmak için başını çevirdiği şey ben olmasam bile.
Üstelik hep bunu yapıyordu, belki o bile farkında değildi.
"Noah tarafsız bir hakem olmaz," dedi Deren.
Noah, ona kızdı. "Doğru konuşurum ben, ne görüyorsam dosdoğru söylerim."
Hakem ben mi olsam diye düşündüm ama Noah çoktan onlara ilerleyince bundan vazgeçtim. Korumalar da ilgili bakışlarını yöneltmişlerdi. Noah ikisinin arasında durunca Deren dönüp bana göz kırptı, Türkçe konuştu. "Bak, nasıl dövüyorum izle."
Abilerimin konuştuklarımızdan bir şeyler anlamıyor olması bazen bana komik geliyordu.
Ona elimle abimi gösterdim ve Noah bileğini kaldırıp saatine baktı. Kafasını bir kez sertçe salladı. "Beş dakika tutuyorum, başlayabilirsiniz."
Deren ile Dante, Noah'ın açtığı boşluğa ve aralarındaki mesafeye bakıp kafa salladılar. İkisi de ilk birkaç saniye hareketsiz kaldılar ve sonra hamleyi yapan abim oldu. Deren'in üzerine hücum edip yumruğunu onun karın boşluğuna doğru salladı. Fakat Deren hızlı bir manevrayla gerileyip abimin yumruğundan uzaklaşırken, tekmesini kaldırıp onun koluna doğru savurmaya yeltendi. Abim elini hızlıca çekip Deren'in bu atağını savuştururken güldü ve Deren üzerine yürüyerek onu gömlek yakasından kavradı, bir anda suratına kafasını gömünce Dante küfredip bağırarak geriye sendeledi.
Korumalar, Deren'e doğru hamle yapıyordu ki elimi kaldırıp onları durdurdum. "Bu bir dövüş, siz karışmayın."
Dante, avucunun içiyle suratını tutarken, Deren sırıtarak geriledi. Gerçekten bunu yapmanın kendisini heyecanlandırdığı açıktı. Dante dengesini sağlamak için başını kaldırırken, Deren onun etrafında dönmeye başladı. Abimin arkasına doğru geçti ve elleriyle onu boğazından kavrayacaktı ki abim arkasını döndüğü gibi yumruğunu onun göğsüne çaktı. Yumruk o kadar kötü bir yere gelmişti ki bir an kalp atışlarını durduracağını sanıp panikledim ve iki basamak indim. Deren'in vücudu hafif öne eğilmiş, eli kalbini bulmuştu.
"Nasıl oluyormuş?" dedi hâlâ yüzünü tutan abim ve ona eğilip sırıtıyorken. Deren aniden kafasını kaldırıp abimi omuzlarından kavradı. Onu kendisine doğru çekip dizini sertçe suratına yapıştırdı. Bu sağlam diz darbesiyle beraber abim bir lanet okudu ve Deren dirseğini onun ensesine geçirip Dante'nin direncini biraz daha düşürdü. "Böyle oluyormuş," dedi sırıtarak.
"İki dakikanız kaldı," dedi Noah.
Dante ellerini Deren'in ceketinin iki yanına koydu. "Yüzüme vuramazsın deyip benim yüzümü siktin, piç." Sonra eğildiği için hizasında olan göğse kafasını gömdü ve Deren'i sertçe geriye iterken, yumruğunu da karnına geçirdi. Deren geriye sersemleyip, abimle beraber yere düşünce sırtına aldığı acıyı buradan hissettim. Yerde boğuşmaya başladılar ve Deren, abimin boğazını sıkarken Dante de onun boğazına yapıştı. Yüzleri kızarmıştı, hırıltılı nefes alıyor ve düşmanlıkla bakıyorlardı. Bir iki adım daha yaklaştım ve Deren boğazındaki bir elini çekip abimin suratına bir tokat savurunca, gözlerim kocaman açıldı. Dante'nin yana doğru dönen suratında kıpkırmızı bir el izi çıkmıştı.
Galiba şimdi Deren için dünyanın sonu gelmişti.
Bu, abimin gururunun kaldıramayacağı kadar ağırdı.
Bir sessizlik oluştu ve Deren bir avuçiçine bir de abimin yüzüne bakarken Dante ağır ağır ona döndü. Ellerini Deren'in boğazından yavaşça çekip üstünden kalktığında, hızlanıp yaşanacakları durdurmak için koşmaya başladım. Deren, ileriye gittiğinin farkında bir halde başında dikilen abime bakmaya başladığında, Dante yanağını kaşıyarak gülmeye başladı. Kahkahaları arazide çınladı ve Deren, sırtını yerden kaldırıyordu ki Dante bir anda elini cebine attı, silahını çıkardı.
"Abi!" diyerek bağırdım.
Dante gözü hiçbir şeyi görmeden parmağını tetiğe yerleştirdi ve yerde korkusuzca oturan Deren'e sıkıyordu ki, "Dante," dedi Noah, korku dolu bir sesle. "Bitti. Beş dakika doldu."
Yanından geçip Noah'ın önünde durdum ve kalbim göğsümde zıplarken Dante'nin yüzünün kaskatı olduğunu gördüm. Parmağı tereddütle tetiğe dokunurken, Noah ona yaklaşıp kolunu aşağıya indirdi. "Beş dakika doldu, bir şey yapamazsın. Adil olmaz."
Dante, silah yanındayken Noah'a döndü. "Adil olmayan o. Bu dövüşü kazandığını söyleme sakın bana."
Noah güçlükle yutkundu. "Peki, söylemem."
Dante, gözleri ateş saçarken bir daha yerdeki Deren'e baktı. Karşılık verememenin öfkesiyle kontrolden çıkmıştı. Gururunun incindiğini görüyordum ve açıkçası bu beni de o an kırmıştı. Gerileyip silahını beline koydu ve Deren'e işaretparmağını sallayıp arkasını döndüğünde, omuzlarımı düşürerek Deren'e baktım. Pek de hoşnutsuz görünmeyerek omuz silkip sırıttı. "Bebeğim, abin biraz yenildi galiba."
"Kes!" dedi Noah.
Deren'in yanına alçak topuklu ayakkabılarımla ilerledim ve o kalkmak üzereyken ayakkabımı dizine koyup yere yasladım. Deren uçuşan elbisemin uçlarına, bacaklarıma ve ayakkabılara bakarak dudaklarını yaladı. "Adil oynamadın, tokat attın, abimin gururunu kırdın."
"Benimle dövüşen herkesin bir miktar gururu kırılır, çünkü hepsi kaybeder."
Topuğumu dizine doğru bastırdım. "Saniyeler sayesinde o kurşundan kurtuldun."
"Zamanlamam harikadır," diyerek göz kırptı.
Topuğumla dizini ezerken arazinin dışından gelen araba sesini duyup başımı biraz yukarıya kaldırdım. Carlos'un arabasını gördüğümde de Karina için gelmesine sevindim. Deren'i serbest bıraktığımda yerden üzerini silkerek kalktı ve gelen araca baktı. Bir yandan da ceketini benden geri alıyordu. Carlos ve bir koruma aracı arkalı önlü girip önümüzde durduklarında, şoförü Carlos'un kapısını açtı. İnip yanımıza yürürken abime baş selamı verdi, Deren'in dağınık kıyafetlerini ifadesizce süzdü ve karşımda durduğunda gülümsedi. "Merhaba. Kızımız nasıl?"
"Merhaba," dedim. "Aynı, uyuyor. Ben de şimdi yanına çıkıyordum."
"Çıkalım," dedi hemen, heyecanı ve sabırsızlığı gözlerinden okunuyordu. "Ona bir hediye aldım, keşke kendisi açabilseydi."
Elindeki paketi bu şekilde fark ettim. Bir hediye paketiydi, üzerinde kurdele vardı. Karina bilse mutlu olurdu, Carlos'tan çekinirdi ama hediyesini açarken heyecanlanırdı. Boğazımdaki yumru ile kafamı sallarken, sol çaprazımdan gelen bakışları hissedip Deren'e döndüm. Yüzünde, abimle kavga ederken aldığı darbelerden daha fazla darbe alıyormuş gibi bir ifadeyle bakıyordu.
"Çıkalım," dedim Carlos'a ve evin içine yürüdüm.
Arkamdan geldi, eve girdiğimizde doğrudan asansöre yöneldik. En üst kata çıktığımızda aklımın bir kısmını aşağıda, Deren’le bırakmıştım. Kızmıştım falan ama abimin darbeleri de hafif olmamıştı, üstünü çıkarıp bir bakmak isterdim.
Karina'nın kapısını yavaşça açtık ve içeriye beraber girdik. Carlos ona yaklaşırken hediye paketini önünde tuttu ve yatağın kenarına oturup aralarına koydu. "Merhaba bebeğim, günaydın. Bu sabah sana bir hediye aldım." Karina'nın yanındaki küçük pelüş oyuncağa baktı. "Bir oyuncağın varmış bile." Uzanıp pakete sarılı kurdeleyi açtı, sonra paketin kapağını kaldırdı. İçinden beyaz ve mavi renklerinde, yirmi santimetre uzunluğunda bir atlıkarınca çıktı. "Çevirdiğinde güzel bir melodi çalıyor. Çevireyim, dinle."
Atlıkarıncayı çevirdiğinde söylediği kadar güzel bir melodi çınlamaya başladı. Hediyesini, Karina'nın yatağının kenarına koydu ve müzik bitene kadar onu izledi. Elinin, Karina'yı dokunmakta kararsız şekilde saçına gittiğini gördüm. Ardından bana baktı. "Öpebilir miyim?"
"Öpebilirsin."
Karina'ya dönüp yüzüne alçaldı, onu yanağından yavaşça öpüp doğruldu. Karina'nın babası ile böyle tanışmasını hiç istemezdim. Buna, Karina'nın sahip olduklarına ve olamadıklarına biz sebep olmuştuk. Günahlarımızın bedelini kızım ödemişti.
Carlos birkaç dakika sonra Karina'nın yanından kalkıp bana yürüdüğünde sevgili kızımı özlemle izliyordum. Karşımda durunca mecbur ona baktım. Bugün üzerinde bir sakinlik vardı, gözleri bile dalgın ve yumuşaktı. Omzumu avuçiçiyle kavrayıp başparmağıyla okşayınca bunun dostane bir dokunuş olduğunu düşünüp tepkisiz kaldım. "Teşekkür ederim," dedi. "Onu doğurduğun, aldırmadığın için teşekkür ederim."
"Onu doğurarak kızıma iyilik mi ettim, kötülük mü bilmiyorum." Yutkunurken tıkandım. "Çektiği acıları unutamıyorum. Her acıyı tekrar tekrar hatırlamasından o kadar korkuyorum ki, acaba... uyanmaması onun için daha mı iyi diye düşünüyorum."
"Ben öyle düşünmüyorum," dedi. "Hatırlasa bile unutabilir. Yeter ki uyansın, sen ve ben ona acılarını unutturabiliriz."
Onu anlıyormuş gibi davransam da Karina'yı o kadar fazla seviyordum ki, bir acısını hatırlayıp gözleri dolsa o an ölmeyi isterdim. "Geldiğin iyi oldu," diyerek konuyu değiştirdim. "Sen Karina'nın yanında kal. Ben Mark'ın yanına gideceğim."
İfadesi acımasızlaştı. "Öldürmeye mi?"
"Süründüreceğim."
"Andrei'yi ben..."
"Tamam, onu sana bırakacağım," dedim. "Fakat şimdi ben gideyim, sen Karina ile kal."
Başını salladı, Karina'nın yanına dönerken gerçekten de burada kalmayı istediği açıktı. Belki de ona alışmaya, sevmeye başlamıştı.
Kirpiklerimin ıslaklığını temizleyerek odadan çıktım ve elimi gözlerimden çekerken Deren'i koridorda dolaşırken gördüm. Elleri cebinde, başı önünde, stresli şekilde yürüyordu. Ancak attığım üçüncü adımda fark edildim ve beni görüp durduğunda hafifçe gülümsedim. Deli bu adam, gerçekten. Zehir gibi görünebilirdi ve bazen zehirleyebilirdi de ama şimdi baldan tatlıydı.
Yanına yürüyüp, soru soracakmış gibi bana bakıyorken kolundan tuttum. "Gel bakayım sen şöyle," diyerek onu odama çektim.
Deren, garip bir ifadeyle izleyerek arkamdan geldi. Kapıyı kapattım ve sırtını yavaşça kapıya yaslayıp bedenimi onun üstüne bastırdım. Kollarımı boynuna sarıp başımı sol tarafa yatırırken, "Çok tatlısın," dedim.
Ağzını bir kez açıp kapattı. "Ben mi?"
"Tabii sen." Yüzüne yaklaştığımda kafa karışıklığı derinleşti, gözleri nereye bakacağını bilemiyormuş gibi yüzümdeki birkaç bölgeyi aceleyle izledi. "Yaklaşıp kapıyı da dinlemişsindir."
Başını önüne eğip gergin gergin yere bakınca, ayakkabılarımı çıkararak çıplak ayaklarımla onun ayaklarının üzerine çıktım. Parmak uçlarımda yükselip dudaklarımı kafasındaki yaraya götürdüğümde, Deren nefesini hızlı şekilde boynuma verip kalçamdan kavradı. Beni kendisine daha sert bastırarak, "Böyle kal," dedi yalvaran bir sesle. "Bir süre için bilse olsa böyle kal. Yaklaştığın an acı çekiyorum,[SE3] [ET4] kendimden geçiyorum. Biliyorsun, sen yapıyorsun... Üstümde kal."
Kalçamı kavrayış şeklinden anlıyordum bana ne kadar ihtiyacı olduğunu. Yarasını öpüp istediği gibi üstünde kaldım, kendimi karnının aşağısına doğru bastırdım. Beni tutuş şekli asla bırakmayacağını gösteriyordu. "Bana nerede dokunmak istersin?" diye sordum.
"Her yerde! Her yerde!" Avuçiçiyle kalçamı okşayarak neresi olduğuna bakmadan dudaklarını tenime yasladı, kaşımın kenarından öptü. "Çok güzelsin sevgilim, çok!"
Kendimi, onun bacakları arasına bir daha sürtüp başımı arkaya çekince, dudakları da kopamıyormuş gibi benimle hareket etti. Gözlerinde açlık, kızgınlık, ihtiyaç vardı. Çenesini tutup başparmağımı o çok sevdiğim dudaklarına sürttüm. "Beni öldürmek istemiştin. O zaman da güzel miydim?"
Başını salladı. "O zaman da güzeldin."
"Benden nefret ediyordun. O zaman da güzel miydim?"
"Güzeldin," dedi.
Dudaklarını okşarken kalp atışlarım hızlandı. "Seni sevmediğimi sanmıştın. O zaman da güzel miydim?"
"Güzeldin," dedi, dudaklarının ucunu başparmağıma koyup öperek. "Sen her zaman güzelsin. Koşullar değişir ama güzelliğin değil."
"Saçlarım da güzel mi?"
Deren bu soruyu diğerlerinden daha çok garipsemiş olsa da, "Güzel," dedi.
Parmak uçlarıma biraz daha yükselip yanağından sertçe, doyumsuzca öptüm ve sonra hafifçe uzaklaştım. Deren az önceki yoğun ruh halinden çıkarak düşünceli şekilde saçlarıma bakarken ben de telefonumu komodin üstünden aldım. Hızla Gece'yi aradım.
Aramamı uykulu bir sesle açıp yumuşak sesle, "Karmen," dedi. "Canım, günaydın."
"Günaydın," dedim, yan odadaki kızımı düşünerek.
"Sesin..." Gece çok çabuk toparlanıp şaşkınca konuştu. "Sesinde bir enerji var, garip geliyor kulağa. İyi misin gerçekten?"
Mutlulukla gülümseyip etrafımda dönerken zıpladım. Deren kafasını arkaya yaslamış beni izlerken, "İnanamayacağın bir şey oldu," dedim. "N'olursun İtalya'ya gel, n'olursun! Görmen gereken çok özel birisi var."
"Özel," dedi inanamayıp. "Sevgilin mi var yoksa?"
"Bu değil, çok çok farklı bir şey," dedim parmak uçlarımda yükselip etrafımda bir daha dönerek. "Söylemek istemiyorum, gelip görmen gerekiyor."
"Tamam," dedi, sesinde gülümseme oluşmuştu. "Ben bilet bakayım o zaman. İpucu verir misin?"
"Kalbim," dedim.
"İpucu bu mu?"
"Hıhı," dedim ve hemen devam ettim. "Bilet falan alma. Bana yer ve zamanı söyle, seni özel uçağımızla aldırayım."
Sersemlemiş halde güldü. "Merak ettim seni bu kadar mutlu eden şeyi. İpucu hakkında düşüneceğim."
"Tamam," dedim. "Sen neler n’apıyorsun? Soruşturma devam ediyor, polisler rahatsız ediyor mu?"
"Babamın imkânları sayesinde güvendeyim ama polisler senin nerede olduğunu bildiğimi savunuyorlar, birkaç kez ifade vermeye gittim."
Bu işin Gece'nin başına bela olmasından endişe duyuyordum. Kanıt olmaması Gece'nin lehineydi, çünkü zamanında kanıtları kendisi kaybetmişti. Üstelik abimin orada bulduğu Türk avukat da hâlâ bu davayla ilgileniyordu, belki okları Gece'den tamamen çekebilirdi.
Onunla biraz daha konuştum, çünkü çok özlemiştim. Karina'yı ağzımdan kaçırmamak için kendimi tutmam gerekti. Aramayı kapattığımızda kızımı bir daha görme aşkıyla hızlı hareket ettim. Dolabıma kadar yürüyüp siyah, uzun, deri ceketimle bordo YSL çantamı aldım. İçerisini ihtiyacım olanlarla doldurup odama döndüm. Aynadan yansımama bakıp saçlarımı düzelttim, dudaklarıma çantamın rengine benzeyen koyu bordo bir ruj sürerken Deren'e baktım.
Dirseğini duvara yaslamış, bir eli cebinde, bir ayağı diğerinin önünde şekilde beni izliyordu. Gözleri kısıkken bakışları çok dikkatliydi. Ruju, dudak çizgilerimi takip ederek sürdükten yerine bıraktım. "Seninle, milletvekiline korumalık yaptığım yemeğe gitmiştik ya, o zaman da buna benzer bir ruj sürmüştün," dedi.
Doğru, hatırlıyordum. Hatta o ruju, o gecenin ilerleyen saatlerinde çantamdan almıştı. "Biliyor musun, o gece o ruju benim için Nil seçmişti."
Deren bu söylediğimden rahatsız mı oldu yoksa komik mi buldu pek anlamadım, duyguları okunmadı. "Benim için seçmiş. Kızım neyi seveceğimi biliyor."
Nil hakkında konuşmamızda eskisi gibi katı olmamasına sevinip çantamı iki elimle birden kavrayıp ona yaklaştığımda, "Nereye gidiyoruz?" diye sordu.
"Gidiyoruz?"
"Elbette. Korumanım. Sürekli hatırlatacak mıyım?"
Parmak uçlarımda yükselip alçalarak gözlerine hayranlıkla baktım. Deren de karşısında nazlanıp iki yana sallanmama garip garip baktı.
"Sen bana hizmet etmeye bayılıyorsun sanırım?" dedim, korumam olduğunu sıkça vurguladığı için.
Başını ağır ağır sallayıp omzumun üzerinden ileriyi gösterdi. Yatağı işaret ediyordu. "Sana orada da hizmet ederim."
Yüzümü eğilip kalbine koydum, alnımla gömleğini eşeleyip kokusunu tenime sürttükten sonra uzaklaştım. Odadan onunla çıktım ve gitmeden önce tekrar kızımı görmek istedim. Kaldığı odanın kapısını yavaşça açıp girince Carlos arkasına bakıp bizi gördü. Deren’le aralarındaki soğuk savaşı görmezden gelip kızıma eğildim. Güzel saçlarını okşayıp kızıma gülümsedim. Kızıma gülümsedim. O görmedi ama bir ihtimal hissetti. Makinelerini kontrol edip solgun teninden öptüm. "Annen birazdan dönecek Karina. Bir küçük intikam alıp döneceğim."
"Merak etme, ben yanından ayrılmayacağım," dedi Carlos, gözlerime bakarak. "Çabuk dön yanımıza."
"Çabuk dönemez," dedi Deren. "Başka bir işi daha var benimle."
Bu işin ne olduğunu bilmiyordum ama Deren'i bozmak istemedim. Deren’e sertçe bakan Carlos'a, "Ona çok dikkat et," diyerek uzaklaştım. "Bir şey olursa hemen ara beni."
Kafasını sallayıp üzerindeki ceketi çıkarmaya başlayınca arkamı dönüp odadan ayrıldım. Evden ayrılırken Salvador abimin de merdiveni kullanarak indiğini gördüm. Üzerine takım giyinmişti, bir yere gidecek gibiydi. Çıktığımızı görünce, "Nereye?" diye sordu bana. "Karina'yı Carlos'a mı bıraktın?"
Demek Carlos'un geldiğini fark etmişti, zaten abimden kaçmazdı. "Evet, Carlos burada, Karina ile beraberken ben de Mark ile diğerlerinin yanına gideceğim. Onlar için bir sürpriz hazırladım."
"Enrica bahsetti," dedi abim, sırıtarak.
"Benim neden haberim yok?" dedi Deren, hemen kızarak.
"Bana kızmadan bir gün geçirebilir misin? Ya da bir şeylere sinirlenmeden?"
Buna da kızdı. "Kızılacak bir şey yapma, kızmayayım!"
Gözlerimi abartılı şekilde devirip Salvador'a döndüm. "Angel sık sık Karina'yı kontrol etsin, söyler misin?"
"Noah ile Dante de evde, hepsi bakar güzelim."
Ona el salladım ve Deren’le beraber dönüp kapıdan çıktım. Kafama taktığım güneş gözlüklerini gözlerime indirip bahçeye yürürken, "Enrica!" diye seslendi Deren, ilerideki korumamıza. "Garajdan arabalardan birisini getir."
Enrica ve korumalar buraya döndü. Enrica kendisine emir verenin Deren olmasına inanamayarak bana döndü. "Efendim?"
Enrica'ya kibarlıkla gülümseyip Deren'e döndüm. "Son kullandığım arabayı garajdan alıp getir."
Deren bunu yaptığıma kızmış şekilde yüzüme bakıp ardına döndü. "Yaman'a söyleseydim getirirdi, ah ah..."
Söylediklerine baş sallayıp aracımı getirmesini bekledim. Bu sırada kendime iki koruma seçtim ve Deren, bordo klasik BMW ile önüme gelince şoförlerden birisi benim için kapıyı açtı. Arka koltuğa oturmak yerine Deren'in yanındaki koltuğa yerleştim ve korumalar diğer araca binince, seyahate başladık.
Yolun ilerleyen dakikalarında, camdan dışarıya bakarken dizimde sıcaklık hissettim. Deren doğrudan karşısına, yola bakarak deri ceketimi kenara çekip dizime tenimden dokundu. Parmak uçlarını dizkapağımda, bacak içimde dolaştırıp hafif hafif sıktı. Dokunuşu uzaktan ya da yakından masumiyetle ilgili değildi. Sert ve açıklayıcıydı. Daha fazlasını istediğini anlıyordum. Son birkaç gündür bana çok yaklaşıyor, temas kuruyordu. Benimle daha özel vakit geçirmek istediğini anlıyordum.
Sevişmek istiyordu.
Uzanıp bacak içime doğru kıvrılan elini yakaladım, avuçlarımızı birleştirdim ve o dikiz aynalarını kontrol ederken elini yukarıya çıkardım. Parmaklarını, kendi parmaklarımmış gibi kolayca yönlendirip boğazıma götürdüm, parmak uçlarını tenime dokundurup aşağıya doğru kaydırdım. Sol göğsümün üzerinden geçerken göğüs ucumu avucunun içine sürttüm ve elinin kasıldığını hissedip yavaşça indirmeye devam ettim. Karnımı yumuşakça geçip bacaklarımın arasına geldiğinde, elbisemin hafif kumaşının altındaki sıcaklığı hissetti ve direksiyonu sıkıca tutmasına rağmen yol kontrolünü neredeyse kaybetti.
"Bir şey mi oldu?" diye sordum.
Deren kafasını arkaya yaslayıp yol kontrolünü kazanmaya çalıştı. "Hayır! Hayır... Hiçbir şey yok."
"Acı çekiyor gibi göründün gözüme?"
Dirseğini camın kenarına koyup parmaklarıyla sert şekilde şakağını kaşıdı. "Gayet iyiyim."
"Nefes alamıyor gibisin."
"Alabiliyorum," dedi burnundan abartılı nefes alarak.
Parmaklarını bacaklarımın içinde hareket ettirdim ve parmak uçları sıcaklığıma daha fazla temas edince, arabayı sert bir frenle durdurdu. Onun zorlamasıyla taktığım emniyet kemeri yüzünden ileriye sarsılmasam da vücudum koltukta sendeledi ve Deren sertçe bana döndüğünde, ben de dudağımı ısırarak ona baktım. "N'oldu böyle ya... Kedi falan mı çıktı?" Gözlerimi kırpıştırdım.
İtalya sokaklarında kedi bulunmuyor Karmen...
Bir eli hâlâ direksiyon üzerindeyken gözlerimiz diğer elini takip etti. Bacaklarımın arasındaydı, elbisemin kumaşı hafifçe eline dökülmüş ve birkaç parmağını gizlemişti. Hafifçe kıpırdasam daha derine ulaşabilirdi. Masumiyetle(!) yaklaşan bana kıyasla o çok öfkeli görünüyordu. Dudağımı kıvırıyordum ki, başparmağının yaptığı baskıyı hissettim ve ciğerlerimden bir nefes boşalırken, Deren de gözlerini yumdu. "Şimdi ben elimi senden çekeceğim. Sen de bir daha bana dokunmayacaksın."
"Neden? Keyif alıyorsun sanıyordum?"
Gözlerini sertçe açıp, "Karmen!" dedi.
Masum masum baktığımda, nefesini dişleri arasından verdi ve tekrar bacaklarımın arasına, elinin duruşuna bakarken neredeyse üstüme çıkacağını düşündüm. Fakat tek harekette elini çekip dizine koydu, yüzünü camdan dışarıya çevirip ılık havayı içine çekerken gömleğini pantolonundan çıkarıp önünü kapattı. Özenle kıyafetimi düzeltip ceketimin önünü tekrardan bağladım ve çantamı tutarak yola döndüm. "Hadi, gidelim."
"Bekle birkaç dakika," dedi kafasını arkaya atıp gözlerini kapatırken.
Dirseğimi camın kenarına yaslarken arkamızdan bizi takip eden şoför aracının yanımıza yaklaştığını gördüm. Şoför camı indirip bana baktı. "Bir sorun mu var efendim?"
"Küçük bir sorundu ama halletmeye çalışıyoruz," diyerek gülümsedim ve Deren'in direksiyonu kavradığını gördüm. Araç tekrar hareket edince korumalarımız da bizi takip etti.
"Küçük değil," dedi Deren birkaç dakika sonra.
Güneş gözlüğümü gözlerime bir daha indirerek camdan dışarıyı izlerken Mark ve diğerlerine yapacaklarımı düşünüyordum. Kısa süre sonra o eski kumarhaneye geldiğimizde alçak topuklu siyah ayakkabılarımla dışarıya çıkıp korumalara işaret verdim.
Marina yakınındaki bu eski kumarhanenin kapısını açıp girdiğimde Deren hemen arkamdan, korumalar da onların arkasından girdi. Asansörü kullandık ve eksi ikinci kata indik, koridora çıktık, yüz metre yürüyüp sol köşeden döndük. İçerisi karanlık ve soğuktu. Defalarca kez birilerinin öldüğünü belli eden kan lekeleri vardı.
Mark ile diğerlerinin kaldığı oda kapısını açtığımda, "Bu kez öldürecek misin?" diye sordu Deren. "Ben artık bu adamı görmeye tahammül edemeyeceğim."
"Sen nasıl bana acısız ölemezsin, sürünmeni istiyorum dedin..." kapıyı açarken huzursuz yüzüne baktım. "Ben de onun acısız ölmesini istemiyorum."
"Ben onları söyledim... Çünkü seni neden öldüremediğimin bir açıklamasını yapmak zorundaydım. Ben de onları söyledim."
"Evet, ziyarete geldiğinde bunları yüzüne vurmuştum. İnkâr edememiştin."
Çantamı, tutması için Deren'e uzattım ve içeriye girip doğrudan ilerideki adamlara baktım. Mark sandalyedeydi, Adrei sandalye ile yere düşmüş ve gözleri kapalıydı. Valeri ise kafası sandalyenin arkasına yaslanmış, boş gözlerle tavana bakıyordu. Dışarıda olduğu gibi burada da birkaç koruma vardı.
Güneş gözlüğümü kafama doğru kaldırdım ve topuk seslerim onların beni fark etmesini sağladı. Mark, önüne düşen başını güçlükle kaldırdı ve yüzünde kurumuş kan lekeleri göründü. Bakışlarını odaklamakta zorlanıyordu, sanırım beni buğulu görüyordu. Bana, Deren'e şişen, mosmor gözleriyle bakıp kenarı yırtılmış ağzını araladı. "Dönüp dolaşıp kızını bulmak için... bana geldin."
Her sözcükle beraber ağzından kan fışkırıyordu. İzlemesi çok zevkliydi.
"Evet, yalvarırım bana kızımın yerini söyle," dedim, dudağımı kıvırarak. Şişlik gözünü kapattığı için muhtemelen gülümsememi göremiyordu.
"Söylemiştim, ancak benimle yatarsan sana kızının yerini..."
Onun cümlesi bitmeden elimi yan tarafıma uzatıp devreye girecek olan Deren'i sertçe durdurdum. Tahmin ettiğim gibi ileriye hareket etmiş, elime çarparak durmuştu. "Karmen, artık öldür şu adamı!"
"Öldüremezsiniz," dedi bu kez koruması, Valeri. O da bize dönmüştü. "Kızın yerini bilmiyorsunuz."
Omzumun üstünden Deren'e, bu kez karışmaması için sert sert bakıp onlara ilerledim. Hâlâ çıplaklardı, çok üşüyorlardı. O çok bilmiş korumasının yanına ulaştığımda gülümseyerek yüzüne alçaldım ve aniden elimin tersini suratına geçirdim. "Yani... kurtulacağınızı mı umuyorsunuz hâlâ?"
"Karina'yı... bulana kadar öldüremeyeceksin," dedi bu kez Mark.
Valeri üşümüş ve aldığı tokatla sersemlemiş halde titrerken doğrulup Mark'ın yanına geçtim. Ona arkasından yaklaşıp ellerimi boynuna doladığımda Deren dikkatle izliyordu. Doğrudan karşıma bakarak Mark'ın kafasını arkaya çarptım ve tırnaklarım boğazına girerken acıyla bağırmasını bir şarkı dinliyormuş gibi dinledim. "Keşke ailenden birisi yaşıyor olsaydı, gözlerinin önünde onu öldürmeyi çok isterdim."
Tırnaklarım arasına kan sızınca, onun kafasını sandalyenin sırtına sertçe çarparak bıraktım ve etrafında dolanıp kapıya yürüdüm. O sırada Deren ceketinin ön cebinde olan ipek mendili çıkardı ve uzanıp tırnaklarımı sildi.
"Mersi."
"Görevim," dedi teslimiyetle.
Mendili avucuna bırakıp kapının önündeki korumaya baş salladım. Bununla beraber hareket etti ve tuttuğu torbayla birlikte Mark'a ilerledi. Ellerinde siyah, deri eldiven vardı. Torbanın içinden bir ceket çıkarıp Mark'ın üzerine bıraktığında, Deren garip karşılayarak bana döndü. "Neden giydiriyorsun? Üşümeye devam etsinler."
"Karışma sevgilinin işine."
Mark da üzerine konulan cekete, ardından bana baktı. Bir şeyler aradığı belliydi, şaşırmıştı. Koruma diğer ceketleri Andrei ile Valeri'nin üzerine bıraktığında, kendinden geçmiş olan Valeri memnuniyetle karşıladı. Andrei de şokla sorgulamamıştı.
Korumam, hepsini ceketle örtüp elindeki eldivenleri çıkardı ve torbanın içine koyup torbayı kapattı. Yanımdan geçip yerine dönerken, "Teşekkürler," dedim.
"Ben dış kapının mandalı mıyım?" dedi Deren, ellerini beline koyup.
Mark ve diğerlerini dikkatle izlerken, "Dış kapı ne alaka şu an ya, ne diyorsun?" dedim.
"Ben bir ara sana atasözleri ve deyimleri öğreteceğim."
Kollarımı göğsünün üstünde kavuşturup Mark'a yaklaştığımda onun vücudundaki değişimleri fark ediyordum. Diğer ikisi de yerinde kıpırdamaya başlamıştı. Sandığımdan da hızlı etki etmişti. Ceketlerde bir çeşit kumaş zehri vardı. Çıplak tenlerine değip kaynaşınca zehir etkisini göstermeye başlamıştı. Nefes darlığı ile başlayıp çok hızlı şekilde kaşıntıyla devam edecek zehirdi. Sonrasında mideleri bulanacak, delicesine kusacaklardı. Vücutları, yüzleri kıpkırmızı olup acı çekecekti. Organları o kadar acıyacaktı ki, bedenlerinden çıkmak isteyeceklerdi.
"N'oluyor bunlara?" Deren onlardaki farklılığı görüp biraz yaklaştı. "Sikiyor muyuz lan, n'apıyorsunuz garip garip."
Benzetmesine gülümseyip en çok acı çekmesini istediğim adama baktım. Mark'ın solukları çok hızlanmıştı ve acı çekerek inliyordu. Yerinden kalkmayı deneyip oturduğu sandalyeyi zorladığında, diğerleri de benzer hareketlerde bulundu. Solgun, buz gibi olmuş tenlerini bir kızarıklık sarmıştı, kurtulmayı çok derinden istedikleri bir durumun içindelerdi. Bir iki dakika içinde Mark hissettiği acı yüzünden sandalyede o kadar çırpındı ki yere düştü.
Deren, o ayağının ucuna düşünce tekmesini titreyen, acıyla kırışan suratına geçirdi. "Mal mısın amına koyayım?"
Güldüm. "Acı çekiyor."
"N'aptın sen?" diye sordu ve Mark ağzından kusmaya başlayınca, "Iyy," diyerek geriye çekildi.
Bu şekilde bir iğrenme tepkisi komikti.
"Zehirleniyorlar, bir saat kadar sürer," dedim ve Mark kafasını buraya çevirmeye çalışıp daha fazla kusunca, "Iyy," diyerek topuklu ayaklarımla geriye sektim.
"Lan ne ara zehirlendin?" Deren vücuduyla bana dönüp ellerini iki yana açtı.
"Bebeğim, ben sana öğreteceğim bazı mafya tüyolarımızı." Yanına kadar ilerleyip elinden çantamı alırken gülümsedim.
"Ağğ!"
Andrei'den dökülen çığlığı duyunca ona doğru baktım. O da yerde kıvranıyordu. Mark ve Valeri gibi kusuyordu. Gözleri kocaman açılmıştı, bana bakıyorlar ama sanki görmüyorlardı. Alınlarından ter süzülüyordu, bağırıp inliyorlardı. Kusmaları şiddetlendi, hatta koku içeriyi sarmaya başladı. Mark'a yaklaştım ve ayağımı, yerde şişen, kıpkırmızı olan eline dokundurup, "Her gün için başka bir sürpriz düşünüyorum," dedim. "Mutlu ol, senin için yaratıcı olacağım."
Mark ayaklarımın ucuna doğru kusup bana ilk kez kibirle değil de korkuyla bakıp ayak bileğime uzandı ve o daha tutmadan Deren onun suratına tekme savurdu. Mark kendi etrafında dönüp suratı yere çarparken çığlık attı.
"Topuklu ayakkabımın kirlenmesini istemiyorum, şuna bir tane daha vurur musun?" diye rica ettim en sevdiğim korumama. "Yalnız aynı şekilde vur, tekrar o çığlığı atsın."
"Hay hay."
Deren kusarak çırpınan, bir şeyler demeye çalışan Mark'ın yüzünü ayağıyla bu tarafa çevirdi. Yüzü, kusmuğuyla bulanan Mark inleyerek, "Hayır," diye fısıldadığında, Deren, "Emir büyük yerden," diyerek tekmesini güçlü şekilde onun suratına çarptı. Mark, burnundan yükselen bir kırılma sesiyle beraber çığlık atıp pis zeminde ileriye sürüklendi. Bağlı ellerinin tırnakları yere saplanmıştı. Kemik kırılma sesini duymak çok tatmin ediciydi.
"Mersi," dedim Deren'e ve kızımdan daha fazla ayrı kalmamak için arkamı döndüm. Koruma derhal kapıyı açtı ve ben de ona teşekkür edip dışarıya çıktım. Deren içeride kalıp bir süre çıkmayınca ve içeriden hararetle sesler gelince bir süre onları döveceğini anladım. Çantamı açıp evden ayrılmadan önce içine attığım vişne aromalı sigara paketini çıkardım. Hafif ve kokusuz bir sigara olduğu için seviyordum. Feminen bir sigaraydı üstelik, hoşuma gidiyordu.
İçeriden gelen çığlık ve inleme seslerini dinlerken çantamda çakmak da aradım ama bulamadım.
Deren birazdan, ben sigaramı dudaklarım arasında tutarken ceketini çıkarmış şekilde içeriden çıktı. Onun arkasından da korumalar. Kafasını kaldırıp hızlı nefes alırken yüzüme baktı ve gömlek kollarını düzeltip yaklaştı. "Hallettim güzelim."
Sırtımı duvardan ayırdım ve uzanıp kol düğmelerini sırasıyla kapattım. Göğsü hızla yükselip aynı hızla alçalıyordu. Onları döverken ısınmıştı. Düğmelerini kapattım ve ellerimi kendisinden çekip dudaklarım arasındaki sigarayı aldım. "Çakmağın var mı?"
Deren, sigarama kaş çatıp elini kumaş pantolonunun cebine attı ve çakmak çıkardı. Sigaramı dudaklarıma koyup yakması için ona eğildim. Kafasını sallayıp çakmağı ateşledi ve birkaç saniye yanan alevi izledi, sonra da gözlerime bakmadan sigarayı tutuşturdu. Çakmağı geriye çekip alevine bakarken çok düşünceli göründü ve ben eline dokunup onu düşüncelerinden çıkardığımda, gözlerine yansımayan şekilde gülümsedi.
Ateş ve alevler hâlâ ailesini hatırlatıyor olabilirdi.
Başını önüne çevirdiğinde peşine düşerek ilerledim. Ceketini elinde sıkıyordu. Dışarıya çıkana kadar sessiz kaldık, araçlarımıza bindik. Sigaramı ağır ağır içip külünü camdan dışarıya silkerken, Deren klasik bordo arabamı kullanmaya başladı. Birazdan, topuklarımdaki acıyı hissettiğim için ayakkabıları çıkarıp hafifçe yan döndüm, bacaklarımı Deren'e doğru uzatıp ayaklarımı kasığına koydum. Güneş gözlüğümün altından dışarıyı izledim. Fakat biraz sonra yolun, eve dönüş yolu olmadığını fark ettiğimde gözlüklerimin altından ona bakıp vişneli sigaramdan bir nefes daha aldım. "Nereye gidiyoruz?"
"Nil'in yanına," dedi, çakmağı çakıp ateşe bakarken. "Nil'in yanına gidiyoruz."
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...